VELİ GÜNEŞ'i Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Yoldaşları VELİ GÜNEŞ’i Anlatıyor:

 “Dağ gibi Veli Dayı’mız”

 

VELİ GÜNEŞ, özgür tutsakların “Veli Dayı”sıydı. Paylaşan, sahiplenen, dinleyen, anlatan, öğrenen, öğreten Veli Dayı. Özgür tutsaklar hücrelerin ardından yüreklerinden akıttıkları sözcüklerle onu anlatıyorlar. Şiirleri bile sansürleyen ortaçağ zindancılarının sansürlerinden geçebilen kadarıyla Kartal hapishanesinden bir yoldaşı anlatıyor Veli Dayı’yı:

***

Sana bu mektubu yazmaya başladığım saatlerde Veli Dayı’mızın sonsuzluğa karıştığını öğrendim... Bir ses(...)... Bu ses uzaktan, bloklar ötesinden geliyor. Bu sesi her duyuşumda evet diyorum bir boran daha Kaf dağının ötesine geçti, hayale durdu... hayal oldu, düş oldu...

Havalandırmaya çıktı, sesleniyor; “Veli Dayı şehit düştü...” Sukunet..

239 günlük bir serüven sonsuzlaştı... 239 gün... Her gün bir irade, onur savaşı ve Veli Dayı’mıza koca bir çınara gün ışığı, rüzgar, bahar... bahar kuşları nasıl yakışırsa öyle yakıştı.

Veli Dayı’yı hatırlıyor musun? Onu anlatmak zor olsa da...

Burası Ümraniye... Ana koridordasın. Mapus diliyle maltada... İlerle şimdi, bir şebeke kapısı daha geçeceksin, yürümeye devam et... Soldan, C.8/9 yazılı kapıyı açacaksın. Şimdi uzun, dar bir koridordasın... Sağda küçük bir masa. Bir nöbet masası bu. İyice bak şimdi masanın ardında oturan yaşlı adama... İyi bak... O Veli Dayı. Saçları beyaz, çoğunluğu beyaz, arada birkaç tel siyah kalmışsa da aldırma... Veli Dayı’ya uygun bir saç. Kısacıktır saçları, sert ve dik... Sakallarına bak, bembeyaz... Ama Veli Dayı her zaman sakal bırakmaz. Direnişin hatırına bu sakal. Yoksa tıraşlıdır hep. Ve o pos bıyıklar... Yanık, çilekeş bir yüz, gür beyaz-kırçıl kaşların altında tatlı-sert bakan ela-kahve gözler...

Dağ gibi değil mi? Dağ gibi Veli Dayı’mız. Bak o eski, kahverengi şayak yelek hep üstündedir onun. Ve o oduncu gömlek ki çok sever. Bakma gömleğin eskimişliğine, Veli Dayı öyle gıcır gıcır giysilerden hoşlanmaz. Biraz eskice olmalıdır yeleği, gömleği... Üstünde bol, kurşuni pantolonu... Hayır 45 yaşında değil çok daha yaşlıdır görüntüsü 50-55...

Şimdi biraz daha bak bakalım yüzüne, orada anlatılmaz bir bilgelik ve saflık göreceksin... Temizlik, açıklık ve canayakın bir saflıktan sözediyorum... İşte o nöbet masasının önünden geçersin ya, yaşlısın, gençsin önemi yok, Veli Dayı eğer bacak bacak üstüne atmışsa ayaklarını yere indirir. Kafasını okuduğu kitap ya da gazeteden kaldırır, kaşlarının altından gülen gözlerle bakar. Farkedersen “nasılsın” der, etmezsen bir şey düşündüğünü varsayar rahatsız etmez ama yine de gülen gözlerle bakar sana... Sen farketmesen de o duruşundaki saygıyı hiç bozmaz...

Orada göremedin mi mutfaktadır. Yardım ediyordur nöbetçilere... Yok mu? Panonun önünde yazıları okuyor, küpürleri tarıyordur. Ya da “genç” yoldaşlarla” volta atıyordur.

Veli Dayı çok sever gençlerle sohbet etmeyi... sohbet dedimse öyle o anlatır ötekiler dinler sanma, hayır bilirsin ya gençler daha çok anlatmayı sever onun için de ayrılmazlar Veli Dayı’nın yanından. Çünkü dinler Veli Dayı... Işıltıyla, dikkatle, elleri şöyle arkasında, kafası hafif yana eğik dinler... Bazan tartışır, anlatır.. Veli Dayı’nın özelliği de budur. Doğru bildiğini mutlaka anlatır. Savunur ve uygular... Kimse vazgeçiremez onu doğrudan. O bilgeliğiyle, hayatıyla, öğrendikleri ile ermiştir doğruya ve kimseye ayrıcalığı yoktur. Ne olursa olsun yapılacaktır. Söz ağızdan çıkmıştır hesabı yani. O söz için, o ilke için vuruşulacaktır gerekirse. Gerekirse ölünecektir ama geri adım atılmayacaktır. Kaya gibidir o zaman. Dimdik durur, heybeti daha büyür gözünde. O saf, bilge yüzüyle “hayır” der “hayır, bu yanlış, sen yanlış yapamazsın.”

Bak etrafına çay ocağının orada Hanefi Dayı’nın yanındadır. Bizim bir ihtiyarlar heyetimiz var... Onları herkesin görmesini, tanımasını isterdik... Ama tanıyacaklar Veli Dayı’yla. Hele de bu aydınlar “genç mahkumlar” dedikçe nasıl sinirleniyorum, niye ki? Sadece toy, hayat tecrübesi eksik delikanlılar, kazara karşı çıkar ve her mapuslukta akıllanırlar? Yalan bunlar, yalan ve alçakça.. ama konumuz bu değil şimdi... Çay Ocağının ardındaki Hanefi Dayı, çoluk çocuk sahibi bir abimiz. Tezgahın karşısında Mehmet Amca... Asuman Koç’un babası, Ayhan Koç’un babası.... (Asuman Dersim şehidimiz, Ayhan ÖO gazimiz) ve şehidimiz Hayri Koç’un abisi... Bir özgürlük savaşçısı Mehmet Amca... Üstünde bir Dersim Şalvarı, belinde kuşak, yeleği, kösteği ve tabakasıyla bu toprakların yaşayan Alişer’lerinden biri o. Ve nasıl bir bilgi küpü, kitap kurdudur biliyor musun? Yanındaki o saçları dökülmüş, fıldır fıldır gözlü ufak tefek adam kim mi? O da Cemal Amca... bir özgürlük savaşçısı da o... Sohbet dem tutmuştur şimdi... Veli Dayı yüzünde hınzır bir gülümseme yaklaşır arkadan ve kafasını tavana kaldırıp biraz sonra estireceği fırtınanın ilk cümlesini söyler, “bak senin ihtiyarlar toplanmışlar yine... “ O sohbet öyle güzel ve doyumsuzdur ki... Orada bazan Dersim’e taa Kemal Askeri’ye gidersin, bazan İstanbul sokaklarında turlarsın... Sus ve onları seyret. Onlar devrim kuşağının babaları... Ve orada ne politik sohbetler olur... Peh! Aydınların yazıları, açık oturumlarıymış... Hayır politikanın hası, adam gibisi, bilgiyle ve doğruyla donanmış, onların dilindedir...

Ama çok kalamaz orada Veli Dayı. Genç biri gelir yapışır koluna “hadi Veli Dayı işimiz var...” Hİç boş olmaz ki Veli Dayı... Yazardır o biliyor musun... Dedik ya bilge ve bilgin onlar... Her hafta yazılarını yazıp teslim eder yayın kuruluna... Bunları niye böyle anlatıyorum ki, bir devrimcinin bunları yapmasından daha doğal ne olur... Öyle dağ gibi, göbekli, kırçıl saçlı görünce ben ilk sohbetimde dedim ki “Veli Dayı senin çocuklar ziyarete geliyor mu....” Çok da şakacı ve babacan... “Gelmezler mi, tabi geliyorlar... Burdan dış kapıya benimkiler uzuyor, izdiham oluyor kapıda...” ben devam ediyorum “kaç çocuğun var ki Veli Dayı, öyle kalabalıklar..”, “Çok çook,” elini sallıyor. Ha bir de Veli Dayı böyle elini sallar ohoo, sayısız der gibi. “Torunlar da var...” Gülüşüyor yanımdakiler... Diyor ki, “ben evli değilim, çocuğum da yok. Zamanım olmadı bunlar için. Sen beni ihtiyar gördün ama ben de senin gibiyim...”  Veli Dayı yılların mücadele adamı. Öyle halktan ki o yalınlık, görüntüdeki o babacanlık aldatıyor insanı. Veli Dayı bir dizi insanın hayatındaki sıradan ayrıntıları atlamış bir kavga adamı... Haklı, çocukları, ailesi öyle çok ki...

Biraz volta at, bir tarihle konuştuğunu anlarsın. Sinop Kala’sından Ümraniyeye zindanlarına, sokaklar, kavga, direniş, mücadeledir hayatı... O saçlar oralarda ağarmıştır ve bakıştaki o sıcaklık, duruluk halk sofralarında kazanılmıştır...

Çalışmadayız, Veli Dayı arkalara oturur. Sevmez öyle önlerde görünmeyi.... Sırası gelinceye, ona söz verilinceye bekler, bilir söz sahibidr o ve o söz ona mutlaka gelecektir... Ama öne fırlamaz, bekler zamanın gelmesini. Sonra sözü alır, sakin, söylediği her şeyden emin anlatır... Dinlemeyi sevdiği kadar sever konuşmayı ve hoşsohbettir...

Kendini anlatmaz Veli Dayı, sıkılır. Ama koyu bir sohbette biraz da uyanıksan onun sokaklarda, o evden o eve geçmiş hayatının ayrıntılarını öğrenirsin. Ve sanki başkasını anlatır gibi, sıradan bir şeyi anlatır gibi anlatır eylemleri, örgütlenmeyi, mücadeleyi. Keyifle anlattığı bir serüven, tarihdir bazen, nasıl sokakta kalmışlardır ya da nasıl ihanete uğramışlardır. Olsun mücadelenin gerekleridir bunlar, doğaldır aslolan senin inancın ve bağlılığındır. Zorluklar ne ki yaşanır, yaşanmalıdır. Öyle kolay mıdır devrimcilik. Eza çekemeyenden devrimci falan olmaz.

Bu kavganın parçası olan herkesi çok sever ve inanır. Bu öyle sinmiştir ki davranışlarına, işte onun için “Veli Dayı”sıdır o herkesin. Paylaşır, yoldaşlığın hakkını verir.

Veli Dayı’yı genç yoldaşlara hizmet ederken çok gördüm. Gocunmaz böyle şeylerden. Üşüyene hırka getirir, aç olana yiyecek bir şeyler ayarlar, sigarası tükenmiş olana sigara uzatır, derdi olanı dinler... Hayat adamıdır o, dedim ya dağ gibi, sevecen... Ve hamallarından biridir o hapishanemizin. Ortalığın temizlenmesinden masaların hazırlanmasına, her program için yapılacak tüm perde arkası işlere eli değer. Erkenden kalkar ve kaldırır... Hayatın düzenini sağlamak doğal görevidir onun. Arı gibidir.... Nöbette, boş kaldığı her an, ya gazete vardır elinde, ya kitap. Son derece disiplinlidir öğrenme konusunda. Diğer konularda olduğu gibi...

Bir de türkü söylemeyi ve dinlemeyi sever Veli Dayı. Hemen koltuğunun altında bizim bitirim çocuklar vardır mutlaka... Bir yerde ıslıklar ve çığlıklar yükselir. Veli Dayı, Veli Dayı... Anlaşılmıştır, Veli Dayı türkü söylemelidir. Veli Dayı elini ağır ağır uzatır.... “Şu karşı yaylada göç katar katar...” Bu türkünün özelliği şudur; “geçti dost kervanı eyleme beni” bölümünde Veli Dayı sandalyeden hafifçe doğrulur (eğer yerde oturuyorsa minderden) kendini tutan, engellemeye çalışan birinin omuzundan geri iter gibi elini aşağıdan yukarıya doğru şöyle bir sallar, kafasını omuzuna eğerek güler, bana kimse engel olamaz der gibi... O zaman işte o zaman bütün salon inler ve elini sallar; “geçti dost kervanı eyleme beni...” Çünkü Veli Dayı o kervana yetişmek ister, geride kalmak istemez...

Solla ÖO tartışıyoruz, bekleyelim mi, bekleyelim mi.... “Ne diyorsun Veli Dayı bekleyelim mi....” İşte o türküdeki gibi Veli Dayı’nın cevabı “niye bekleyelim ki, arkamızdan gelsinler, geç kaldık...” Veli Dayı sağduyunun isabetli, şaşmaz doğruluğu... Uzun söze gerek yok onun cephesinden. Bu serüven ona uğruna savaşılmadan kazanılan hiçbir değer olmadığını öğretmiştir... O şaşmaz kararlılığını, isabetli kararların dillendiricisidir...  “Bu direnişte karşılaşılacak ayrıntıları düşünebiliyor muyuz arkadaşlar, ne olacak, nasıl davranacağız?...” Gülümsüyor Veli Dayı, tartışmacının sıkıştırmasına prim yok, “hiçbir yaptırımlarına uymayacağım, ne yaparlarsa yapsınlar....” Basit işte, basit... Ve hep zordur basit olan.

Dağ gibi, Ulu bir çınar gibi. VELİ GÜNEŞ... Öyle güçlü, sarsılmaz, kaya gibi... Hani her insanda bir yan daha ileri çıkar, onun künyesidir o.... Veli Dayı’nın künyesi bu işte sarsılmazlık, uzlaşmazlık, doğru bildiğinden şaşmamak....

Hayalin ne? Ölüm Oruçcusu olmak ve Dersim’e adımı bırakmak.... Hayal gerçek şimdi. Çünkü insan hayal ettikleriyle yarattı güzellikleri. İnsanlık tarihi sınırsız hayallerle gelişti... Birlikte hep birlikte hayallar kurduk, zafere, çarpışmalara geleceğe dair.... Yüzünde hep o sarsılmazlığın dinginliği, kararlılığı ile dimdik, vakur oturdu Veli Dayı.... Bu kavgadaki emeğini bilerek, bu kavganın ona kattığı düşlerle... Onlara bağlandı, inandı ve asla sarsılmadı. O sağlamlık, o yoldaşça sevgiyle, güvenle yürüdü, yürüdü.... Halkın öncüsü, önderi deriz ya, işte o kavganın tanımı Veli Dayı.... Emekçi, hayatın has adamı... Onun için Dayı’sı Ada’lıların, abisi, yoldaşı, kahramanı, türkülerin adamı... İşte eyleyemedi kimse onu yolundan....

Bak ne hatırladım? Dedim ya Veli Dayı sevgi demek, hatır-gönül demek... Direnişte kırmızı V yaka bir kazak hediye edildi ona... Takıldık Veli Dayı’ya “sen de mi kırmızı diye giymek istemiyorsun Veli Dayı?, “yook”, diyor, “ben yoldaşlarımın hediyesini giymez miyim. Kırmızı bizim rengimiz.... alnında kızıl bant, üstünde kızıl kazak... Boran ve boranlığın gururuyla dimdik... Kırmızı öyle yakışıyor Veli Dayı’ya ... Çok yakıştı Veli Dayı... Utanıyor iltifattan... 

Onun bana yazdığı Şubat tarihli mektubundan alıntılar yapayım;

“... nasılsın, iyi misin? Ayrıldıktan sonra iyi diyorlardı senin için, iyi olduğuna sevindim ve mutlu oldum. Sizlerin iyi olmanız beni daha coşkulandırıyor ve mutlu ediyor (....) Beni soracak olursanız yoldaşların canavar gibi olduğunu görünce 19 yaşından 18 yaşına girdim. Daha da genç, dinamik, atak ve kararlı bir şekilde yaşam devam ediyor. Günde üç saat volta atıyorum. Diğer saatlerde gazete okuyup, mektup yazıyorum. Sohbet ediyorum. Ben burda tek hücrede kalıyorum. Bağırarak konuşuyoruz... (...) Benim üç saat volta attığıma arkadaşlar şaşırıyormuş. Bağırarak beni soruyorlar, ben de seslenerek cevap veriyorum. Sürekli havalandırmada olduğum için şaşırıyorlar. Ben de diyorum ki, işte Ahmet’lerden ve kervanımızın coşkusu daha da genç ve kararlı yapıyor... (...) Ahmedimizi, Ercanımızı, Rızamızı, Umudumuzu, Atamızı unutmak mümkün değil.... Geldiğimiz gibi devam ediyoruz. Farklı olan herhangi bir şey yok. Farklı olan bizim coşkumuz ve direncimiz daha arttı... Herhalde duymuşsundur Azrail’i kovmuştum bir ara, işlerimden dolayı, o da kaçıp gitmişti, şimdi ise sempatizanlarıma, taraftarlarıma hele bulun getirin diyorum, ortalarda yokmuş. Ne kadar şanssızım değil mi? Özlemle kucaklıyorum... VELİ GÜNEŞ

İşte bu Veli Dayı, son ana kadar da öyle imiş. Espirili, azraille dalga geçen, uzlaşmaz abimiz, canımız, sevdiğimiz... Müdahale etmeye kalktıkları her seferinde engellemiş müdahaleyi...

Arkadaşlar yazmıştı derginin adını o koymuştu “Masala...” Sözlerine böyle başlardı Veli Dayı “Mesala...” diyemezdi. O adamızın çınarı, hep güzelleştirecek dünyayı, ilişkilerimizi, kavgamızı...

Duyduk, hayalimizde sımsıkı kucakladık. Hadi Veli Dayı geçip gider şimdi dost kervanı, seni eylemeyelim, git umudun, zaferin olduğu yere...

 

(Yukarıdaki anlatımlar, VATAN dergisinin 2 Temmuz 2001 tarihli 97. sayısında yayınlanmıştır.)

 

 

Geri